5 Aralık 2017 Salı

Günışığı Kitaplığı Yayın Yönetmeni Müren Beykan "oğlak sohbetleri"nde :)

Küçücük bir bilgi ile başlamak istiyorum. Günışığı Kitaplığı Yayın Yönetmeni Müren Beykan oldukça yoğun birisi ve sırada bekleyen bir sürü çalışması var. Olsun ve bizler de nasiplenelim bu çalışmalardan :) Bir süredir bu sohbeti yayınlamak için bekliyordum ve bu akşam yanıtlarım geldi. Yalnız ben o ara okul dönemi hastalıklarından birini daha yaşayan küçük cadımla ilgileniyordum. Mesajda bunu yazınca hemen dönüş yapan Müren hanım, ardı ardına kızcenin durumunu sordu, iyi dileklerde bulundu. Bunun da ötesinde bir anneye destek verdi. Bir insanın bir çocuğa önem vermesinin bazen tek bir cümleyle de mümkün olacağını gösterdi kısacası. Ben de hemen yanıtlara döndüm ve inanın her satırını büyük bir mutlulukla okudum. Neden "mutlulukla" dedim biliyor musunuz; en çok da çocuklar adına iyi ve güzel işler peşinde koşan insanların heyecanına tanık olduğum için. Sizin de bu heyecana dahil olup, umut devşirmenizi isterim kendinize :)


Saadet:Müren hanım merhaba. Öncelikle hoş geldiniz “oğlak sohbetleri”ne. İlk okuduğunuz kitabı anımsıyor musunuz? Neydi sizi etkileyen yanı?
Müren: Ne yazık ki hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, ilkokulda (Göztepe’de İlhami Ahmet Örnekal İlkokulu) kütüphane kolunda çalıştığım ve sürekli kitaplarla zaman geçirdiğim. Ortaokul ve lisede de kütüphanedeki neredeyse bütün kitapları devirmişimdir. Kurgu dünyalarda kaybolmak, hayallere dalmak gibisi yoktu benim için. Okuduğum kitapların adını not etmeye de o yıllarda başlamıştım. Yeni kitap kokusu bilmezdik o yıllarda, kütüphane ve kütüphanede hafiften nem kokan kitap kokusunu severdim, tuhaf ama gerçek.

Saadet: Nasıl bir ev ortamında büyüdünüz? Çocukluğunuzdan bahseder misiniz biraz?
Müren: Cumhuriyet kuşağı dediğimiz, yeni Türkiye’nin temel taşı olan çalışkan anne babalardan birinin ortanca çocuğuyum; ablam ve kardeşimle çok çalışmak ama dostlarla da gülüp söylemek, kocaman masalarda derdi de, neşeyi de paylaşmak gerektiğini görerek, yetişkinlerin yaşamı değerli kıldıklarını hissederek, aile büyüklerine büyük saygı göstermenin, onların da size kol kanat germesinin yaşamın anlamı olduğunu, bunlardan başkasının mümkün olmadığını düşünerek büyüdük. Babamın çalışmaya, öğrenmeye, bilime verdiği önemi, annemin sanat aşkı, müzik ve sinema tutkusu beslerdi. Babamın 1960’lı yıllarda üç küçük kızını, her pazar sabahı çizgi film izlemeleri için üşenmeden sinemaya götürmesi... Annemin radyoda Nat King Cole şarkıları dinleyip bizimle paylaşması, “Arkası Yarın”ları radyo başında onunla heyecan içinde dinlememiz, evde sürekli öyküler, filmler anlatılması ve anneme dikiş dikmesinde yardım etmemiz ve bu arada hepimizin illa ki dikişin inceliklerini öğrenmesi... Babamın gezme tutkusu, tarihi eserlere büyük merakı, her tatilde maceralı gezilere çıkıp Anadolu köşelerinde sarı tabelaları takip etmemiz (Örenyerleri tabelaları eskiden sarıydı)... Pazar günleri sık sık Boğaz’da gezmeye çıkmamız, Emirgan’da büyükler çay içerken, biz çocukların kağıt helva yemesi ya da Küçüksu Çayırı’ndaki kazanlardan haşlanmış mısır almamız, arabalı vapur kuyruğunda Beşiktaş’a geçmeyi beklememiz ve bu gezilerin akşam illa ki İstiklal Caddesi’ndeki neonları izlememiz için yolun epeyce uzatılarak sonlandırılması... Hayat sade ama kıymetli anlarla örülüydü ve zaman yavaş akardı sanki.

Saadet: Eğitim döneminizde şanslı mıydınız? Üniversiteyi kastetmiyorum. Daha öncesine gidin lütfen. Sizi edebiyat açısından besleyen unsurları görmeye çalışıyorum. Ne zaman kök salmaya başladı edebiyat sizde?
Müren: Gerçekten şanslı bir çocuk sayılmalıyım. Severek çook çalışırdım, severek ansiklopedi okurdum, resim yapmayı, yazmayı severdim, piyeslerde mutlaka yer alırdım, üstelik çok iyi mandolin çalardım ve ilkokulda kısa süre de olsa bale çalışmışlığım var. Sınavını kazanınca, ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji’nde okuma ayrıcalığına sahip oldum, üniversite yıllarında iyice farkına vardım ki, bu gerçek bir ayrıcalıkmış. Yabancı öğretmenlerle, İngilizce eğitim alırken, matematik ve fendeki güçlü programı izlemenin yanı sıra muhteşem bir edebiyat eğitimi de hepimizi benzersiz şekilde etkilemiş. Türkçe olduğu kadar İngilizce kompozisyon yazmalarımızın sıklığına isyan ederdik, ama hangi mesleğe adım attıysak, edebiyatla, yazmak ve okumakla ilgili alışkanlıklarımız doktor olsun, mimar olsun, ekonomist olsun bütün arkadaşlarımı derinden etkileyip biçimledi. Çok kıymetli edebiyat öğretmenlerimiz olduğu gibi, edebiyata, Türkçe’ye sevdalı farklı branş öğretmenlerimiz vardı; ne büyük mutlulukmuş.

Saadet: Mimarsınız aslında. Mimarlık ve edebiyat karşılaştırmasında ne söylersiniz? Aldığınız eğitimin edebi kişiliğinize katkısı var mı?
Müren: Eğitim öğretim yıllarımda editör olma ideali söz konusu değildi, çünkü böyle bir kurum yoktu, bilinmiyordu. İyi bir edebiyat okuru olmanın, iyi yazmanın ötesine geçmeyi düşünmemiştim kolej yıllarında. İTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki eğitim ve sonrasındaki Mimarlık Tarihi ve Restorasyon eğitimi, yanı sıra arkeoloji alanındaki çalışmalarım bana çok çeşitli kapılar açtı. Mimarlık, yaşamın her alanıyla ilgili bir meslektir; burnunuzu insana ilişkin her konuya –sosyoloji, psikoloji, politika, ekonomi, sanat, tarih, ekoloji vb– sokmanız gerekir, yaşam parolanız “merak” olur. Her ayrıntıyı araştırmalı, öğrenmeli, en sonunda da başkaları adına karar vermelisiniz; yapısal kararları almanın yanı sıra insanlara şurada şöyle yaşayın, şuralardan yürüyüp şuralarda denizi seyredin ya da şuralarda alışveriş yapıp arabalarınızı şuralara şöyle park edin demektir mimarlık bir anlamda. Bir anlamda da tarihle ilişki kurmak, çevreyi ve geleceği düşünmek, ülkesel vizyonlarda yer almak, toplumun çıkarlarını, insan haklarını ve özgürlüklerini gözetmektir; sorgulamak, eleştirmek, zor beğenir ve seçici olmak demektir... Bugün artık çok geride kalmış bir zenginlikteydi o yıllarda eğitim. Ben mimarlık tarihiyle ilgilenir, bir yandan da bolca edebiyatla ve sinemayla, biraz müzikle, biraz resimle ve epeyce ülke sorunlarıyla yatıp kalkardım. 1980’de Babıâli’de bir basımevinde hazırlanan, dönemin tek sanat-mimarlık dergisinde (Çevre) çalışmaya başlamamla, yazarları, şairleri dinlemek, sürekli edebiyat okumak, yayıncılık tozunu yutmama neden oldu. Ancak bir yandan da arkeolojik kazı tozu yutmuştum bir kere. Yani, tozlar karıştı, hem yayınlar hem arkeolojik alan çalışmaları yan yana, üst üste sürdü gitti. 1990’larda büyük ansiklopediler döneminde çeşitli yayınlara katıldıktan sonra mimarlık ve sanat alanında büyük yayınlarda yayın yönetmenliği yaptım ve en sonunda 1996’da sevgili kardeşim Mine Soysal ve dostum Hande Demirtaş’la Günışığı Kitaplığı için bir araya geldik. Kitap işinde hangi iyiyi, hangi güzeli arayacağım neredeyse doğal olarak gelişti, yaşam biçimine dönüştü benim için. Kitabın içeriği kadar, onu fiziksel olarak “yapmak” da artık bir idealden öteye geçti, bir tutku oldu benim için diyebilirim. Öte yandan, arkeoloji tutkum, 2004’te bu alanda doktoramı tamamlamam ve tezimin İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından Almanca yayımlanmasıyla noktalanmak zorunda kaldı.

Saadet: Çocuğun kitabı sevmesi sizce öncelikle neye bağlı? İçerik, ebeveyn tutumu, eğitim döneminde karşısına çıkanlar vb.
Müren: Ben kitaplarda gizli yaşamlar bulur, onlarla hayallere dalar, maceralar yaşardım. Oysa kardeşim, aynı evde, aynı kültürde büyüdüğü halde, aynı bahçede arkadaşlarıyla oynadığı ve ergenlik yıllarında hepimizden fazla yazıp çizdiği halde kitapları çok geç keşfetti. Daha doğrusu kitaplarla yalnız kalmayı, o sabrı ve edebiyatın sağaltıcılığını, özgürleştiriciliğini geç keşfetti. Ben sanki hep biliyor, onlarda yaşıyordum. Yani, formülü yok aslında. İnsan olarak kişilik özellikleriniz siz doğarken yanınıza veriliyor olmalı. Kendi kızlarımın ikisinde de benzerini izledim: Aynı aile, aynı kültür, ama edebiyatla buluşmada bambaşka yoğunluklar... Ancak buraya kocaman bir parantez açmalıyım: Çocukların sanat gibi, edebiyat eğiliminin de doğuştan geldiğini düşünürsek, onları edebiyat âşığı ya da hadi daha alçakgönüllü olalım, iyi birer okur yapabilenler kesinlikle öğretmenler. Onların seçtiği kitaplar sizi ya vezir ya rezil ediyor bu yolda. Aileniz ne kadar okur yazar olsa, kitaplar evinizden eksik olmasa da, okul yaşamının niteliği, Türkçe’ye verilen önem, derslerde ve ders dışında kitaplarla kurulan ilişkinin derinliği ve türü çocukları etkiliyor ve biçimliyor. Edebiyatı, yalnızca bir sınav konusu kabul etmekle çocukların kitabı sevmesini beklemek boşa kürek çekmek olur. Üstelik, şimdi dijital çağdayız artık. Kitabın çocukla buluşabilme biçimi de değişti; çağı yakalayan yaklaşımlara ihtiyacımız var.

Saadet: Yayıncılık ve hele çocuk kitapları yayıncılığı başladığınız döneme göre radikal bir karar gibi. Buna karar verdiğinizde aldığınız tepkiler nasıldı?
Müren: Yukarda kısaca anlatmaya çalıştığım gibi, edebiyat, yayınlar mesleki eğitimimin ve çalışma yaşamımın başlangıcında hep hayatımdaydı. Yadırganmadı, ama arkeoloji alanındaki çalışmalarımda aile yaşamıma uyabilecek bir formül gelişmiş olabilseydi, sadece çocuk edebiyatı yayıncılığında karar vermem çok zor olabilirdi. Çünkü akademik yayınlarda çalışmak da tutkumun filizlendiği alandı. Çocuk edebiyatına yönelmem, Mine Soysal’ın benim dikkatimi çekmesi ve nitelikli çok az çocuk kitabının var olduğunu görmemle gerçekleşti. Hem metin açısından, hem de fiziksel biçimleri açısından 1990’larda çocuk edebiyatımız emekleme dönemindeydi. Kısacık söylersek: Tüm dünyada olduğu gibi, çocuk haklarının önem kazanması Türkiye’de de, diğer alanlardaki gelişmeler kadar, çocuklar ve gençler için yazılan özgün edebiyat kitaplarının artmasına yol açmıştır. 1990’lardan sonra, çocuk ve gençlik edebiyatında nicelik ve nitelik açılarından hızlı bir gelişme başladı. 1996’da kurulan Günışığı Kitaplığı da bu ivmenin içinde yer alıp, alana emek vermeye, çocuğun gözünden yazan yaratıcı yazarlarla buluşmaya başladı ve bu özgün edebiyat alanda ciddi etki yarattı. Çocuk, nesne konumundan kurtulup edebiyatın öznesi oldukça, edebiyatın bu önemli dalı, yetişkin edebiyatının gölgesinden sıyrıldı. Alan, bir yandan kendi yazarlarını bir yandan yayıncılarını bu dönemde kazandı. Ahlakçı ve didaktik gelenekten uzaklaşan yazarlar evrensel temalara, ülke kültürünü yansıtan özgün öykülere önem verdiler. Yeni, genç yazarlar da, temalardan karakterlere önemli değişime yol açtılar; metnini çocuk gerçekliğinden yola çıkarak, edebiyat kaygısıyla üreten yazarlar yetişti. Özgün desen anlayışına sahip illüstratörler, alana emek veren editörler yetişmeye başladı. Çocuklar için en iyisini, gerçekten mükemmelini yapma ülküsüyle yola çıkmış olan Günışığı Kitaplığı bu gelişmenin kalbinde yer aldı. Mutluluk başka nedir ki.

Saadet: Çocuk edebiyatı Türkiye’de niceliksel büyüme döneminde. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu büyümeyi?
Müren: Çok çeşitli başlıkta, değişik türde, çok sayıda yayın yapılıyor bu alanda artık. Evet, yayıncılık sektörünün bu parçası niceliksel olarak büyüdü. Ne ki, nitelik olarak daha yolumuz var görünüyor. Kitapların hem çocuk gerçekliği açısından, hem edebi nitelik açısından yetkinleşmesini sağlayacak editörlere ihtiyacımız var. İllüstrasyon da gelişmeyi bekleyen bir başka bileşeni bu alanın. Yetişmekte olan illüstratörler var, ancak okuduğunun ruhuna uygun, metnin duygusuna eşlik edecek, metni resimlemek değil de onu bütünleyecek desenleri yaratabilecek illüstratörlere ihtiyacımız var. Henüz yolun başındayız, onların da yeterliğe erişmesi gerekiyor ki, bence adım adım bu yolda ilerliyoruz.

Saadet: Çocuk edebiyatı kitapları sadece çocuğa hitap etmiyor. Siz de söylemlerinizde buna yer veriyorsunuz. Çocukla beraber okumak kıymetli bir şey. Siz de bu kıymeti bilenlerdensiniz. Neler söylemek istersiniz çocukla kitap okuma konusunda?
Müren: Günışığı Kitaplığı olarak da çok önemsiyoruz bu birlikteliği. Behiç Ak, “Çocuk kitapları çocukla yetişkin arasındaki ilk entelektüel buluşma,” der. Çok doğru. Evlerimizde, yakınımız çocuklarla birlikte kitap okuyarak yarattığımız şey sadece aile ilişkilerinin güçlenmesi değildir, kitaplar sayesinde kendimizi biçimlemeye devam ederiz, çocuklar da o büyünün keyfini almaya başlar. Burada önemli bir noktaya vurgu yapmak isterim: Çocuklarla sadece 3-4, hadi bilemedin 5-6 yaşlarındayken kitap okumaktan söz etmiyorum. Çocuk okuma yazmayı öğrendiğinde de, birlikte kitap okumanın ayrı keyfi ve katkısı var, hem ona hem de bize. Tamam artık kendisi okur bundan böyle dememeliyiz; güzel olan, yan yana okumanın yarattığı ortak duygular ve paylaşılan düşünceler.

Saadet: Yayınevinizden çıkan çok güzel kitaplar var. Bazılarını sıradan bir okur olarak oldukça keyif alarak okuyorum. Küçük cadıma okumanın yanında bazılarını sırf kendim için de ayrıca okumayı seviyorum. İlk aklıma gelen Çıtır Çıtır Felsefe serisi ve Alev Saçlı Kız kitapları. Siz editörsünüz, nedir göreviniz, tam olarak açıklayabilir misiniz?
Müren: Genel anlamda, kitapları yayına hazırlıyorum diyebiliriz. Yazardan gelen dosyanın kitaba dönüşmesi sürecini yönetmenin yanı sıra asistan arkadaşımla birlikte metnin düzeltisini de yapıyorum. Hem yayınevinin ilkelerine ve yayın programına bağlı kalıyor; hem de yazarı, çevirmeni ya da illüstratörü ve tabii sevgili okuru gözetiyorum. “Omuz perisi” diyen oluyor :) Öykünün derinlerinde kaybolana, düşünemez olana omuz vermek, çıkış yolu bulmasına yardım etmek; heyecanını paylaşmak isteyene de kucak açmak en doğal editör davranışı kanımca –ben böyle duyduğum, yaptığım için. Editörlüğün meslek tanımında teknik olarak bu ayrıntılar yazmaz elbette. Öte yandan, tanıtım ve pazarlama aşamasında da görüş bildirmek gerekir. Sonuç olarak, kitapla ilgili en çok “başı ağrıyan” kişidir editör diyebiliriz. Ancak, en güzel yanı, bir kitabın macerası sırasında, yazar da dahil herkesin memnun etmeye çalıştığı kişi olursun aynı zamanda. Kısacık böyle anlatılabilir sanıyorum.

Saadet: Yayınevinde sizin dışınızda, görev alanlardan biraz bahseder misiniz? Bir ekip çalışmasının içindesiniz. Kimler var bu ekipte? Bundan daha önemlisi, sizi bir arada tutan şey nedir? (Aklıma Yeni Türkü’nün “Olmasa Mektubun” şarkısı geldi. Sanki öylesi romantik bir yanınız var)
Müren: Günışığı Kitaplığı, üç kurucusuyla yola çıkmış, zamanla editörlük, grafik, satış, telif ve tanıtım masalarıyla genişlemiş bir kurum. Kurucularının, kitabın yapılış aşamalarında bizzat yer alıyor olması yayınevimizin en büyük farklılığı. Böylece kurumsal heyecanımız canlı ve taze. Genç editörlerin “eğitimi” için de verimli bir ortam olduğunu düşünüyorum. Bizimle “büyüyen” kimi gençler başka başka yayınevlerinde yönetici kadrolara yerleştiler. Böylece bir Günışığı ekolü yarattığımızı söyleyebilirim. Aslında sizin sözünü ettiğiniz “romantik yan”, Günışığı’nın dinmeyen ilk gün heyecanı olmalı ve tabii, pek çok ayrıntı için kararı yayın kurulunda ortaklaşa alıyor olmamız. Başarımızın sırrı bu işbirliğidir denebilir. Şimdilerde genç çalışma arkadaşlarımız kitabın çeşitli aşamalarını öğreniyor, sorumluluk üstlenmek için her gün daha fazla deneyim biriktiriyorlar.

Saadet: Siz işiniz gereği dünya edebiyatını da takip ediyorsunuz. Sizi daha profesyonel adımlarda olan ülke ve yayınevlerinde en çok ne çekiyor? Görüp, izlemek derken hemen Türkiye’ye o yazarı, çizeri ve kitabı getirme telaşınızda baskın olan duygu nedir?
Müren: Düşünce ve ifade özgürlüğünün köklü olduğu ülkelerde çocuk edebiyatı alanında da muhteşem kitaplar yazılabiliyor. Yazar kendini özgürce ifade edebiliyor, hayallerinde sınır tanımıyor, ama bir yandan da çocuk kitabı yazmakta olmanın kurallarına uyuyor. Özgürlükle sınırlamalar arasındaki dengede çok çalışarak başarıyı yakaladıklarına inanıyorum. Bu yaratıcı yazarların roman ve öykülerinde hem macera, hem gerilim, hem duygusallık, hem de yoğun felsefe katman katman kurgular halinde bir bütün oluşturuyor. Yetişkin olarak da büyük zevk alıyoruz bu eserlerden.

Saadet: Yurtdışı fuarlarına da katılıyorsunuz. Elbette sektörün ciddi sıkıntıları var. Telif hakları gibi sorunlar var mesela. Bu fuarlarda sizi en çok etkileyen olumlu gelişmeler nelerdir?
Müren: Yurtdışındaki kitap fuarlarına uzun yıllardır katılıyoruz, evet. Büyük buluşmalar, özellikle çocuk edebiyatı yayıncılığındaki renkli yelpazeyi görmemiz açısından da, özgün kitaplarımızın teliflerini satmak ya da yabancı kitapların teliflerini satın almak açılarından da önemli. Sektörümüzün son zamanlardaki en büyük sorunu yaratıcılık kanımca. Özgün, ilginç kitaplar giderek daha zor bulunur oldu. Üstelik, kız ve oğlan çocuklar için ayrı kitaplar yapmayı en sıkı pazarlama stratejisi olarak geliştiren ülkeler var. Ama güzelliklerde artıyor bazı açılardan. Örneğin, tamamen resimli kitaplar (picture books) altın çağını yaşarken, sözsüz kitaplar da (silent books) güçlü bir gelişme gösteriyor. Tabii bu felsefi kitaplar –ki sadece küçükler için olduğu düşünülmemeli- bizler için de ufuk açıcı.

Saadet: Siz okumayı interaktif kılmayı sevenlerdensiniz. Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın 7.sini tamamladınız ve 8.sinin duyurularını yapıyorsunuz. Bu yarışmada 6, 7 ve 8.sınıf öğrencilerinden gelen öyküleri değerlendiriyorsunuz. Ortak bir tema üzerinden sizlere ulaşan öykülerden oluşan bu güzel yarışma hakkında biraz bilgi verir misiniz? Ben bu seneki törene katıldım ve çocuklar adına mutlu oldum. Sizde hangi duygular kaldı mesela gün sonunda? Öyküleri okurken neler düşünüyorsunuz, neler hissediyorsunuz? Ayrıca çocukların kalemlerine ve sözcüklerine yansıyan/yansımayan konularda tepkiniz ne oluyor?
Müren: Dostumuz ve yazarımız sevgili Zeynep Cemali’nin anısını yaşatmak için düzenlediğimiz Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın kurumsallaşması, okullarda genç yazarlara heves yaratması büyük mutluluk hepimiz için. Verilen bir temada öykü yazma yarışmamızın sekizincisi için kolları çoktan sıvadık, duyurular peşpeşe okullara ulaşıyor. Son başvuru tarihi 22 Mayıs, uzak ama çok yakın sayılır. 2018 yarışmasının seçiciler kurulunda yine, edebiyatımızın en önemli ustalarından Çiğdem Sezer, Fadime Uslu, Semih Gümüş, Turgay Fişekçi ile ben görev alacağız. Temamız, “kararlılık” ve kılavuz cümlemiz de, Zeynep Cemali’nin, içinden hınzır bir kedinin geçtiği öykülerini toplayan Öykü Öykü Gezen Kedi adlı kitabından: “Keçi inadı tutan çocuğa laf geçiremeyeceğini anlayınca sustu.” Gençlerin kararlılık’tan neyi anladıklarını okumayı bekliyorum dört gözle. Geçen sonbaharda 7. yarışmanın sonuçları çok şaşırtıcıydı benim için. Dayanışmayı, muhtaç olana yardım etmek, büyük bir iyilik yaparak kendini mutlu hissetmek olarak düşünen çok sayıda öğrenci çıktı karşımıza. Bazısı da sadece iyilik yapmak üzerine kurgulamıştı öyküsünü ve dayanışmanın, “elbirliği etmek” gerektirdiğini tamamen gözardı etmişti. Çok düşündürücü bir sonucu da şöyle özetleyebilirim: Kentsel dönüşüm, doğayı koruma mücadelesi, çocuk yaşta zorla evlendirme, çocuk yaşta gebelik gibi ülkesel kâbuslarımızı dillendiren çok az sayıda öykü okudum. Bu acılar için kitlesel gösteriler yapılan bir ülkenin gençleri acaba neden duyarsız kalmış olabilir! Bu konuların sorgulanmasını baskılayan eğitim sistemi yüzünden mi, acıları görmezden gelen aileler yüzünden mi? Şimdi meraktayım, kararlılık gibi bir başka geniş kavramı, bakalım gençler nasıl ele alacaklar, içinde hem inat hem direnme hem istikrar ve süreklilik barındıran bu kavram öykülerinde nasıl ifade bulacak? Kararlılığın, aslında kör inat anlamına gelmediğini, asıl kararlılığın hedefe ulaşmak ve başarmak için sorgulamak, yöntem değiştirmek, işbirliği yapmak demek olduğunu bilecekler mi, hevesle bekliyoruz.

Saadet: Müren Hanım sosyal medya hayatımızın artık neredeyse vazgeçilmezi ve olumsuz yanları bir yana, bunun içinde alternatif kanallar bulmak bizleri mutlu ediyor. Kitap, yayıncılık ve yazar düzleminde sizler de sosyal medyayı kullanıyorsunuz. Yayınevine bağlı bir blog var, ON8. Bu blogda #direnedebiyat yazılı bir ifade var. Nasıl oluştu blog? Biraz bu alandaki çalışmalardan bahseder misiniz?
Müren: On beşinci yılımızı, on beş yaş ve üstüne seslenen yeni bir markayla kutlama hayalimizi iki yıla yayılan çabalar sonunda gerçekleştirmiştik. Edebiyatın onca aşınmasına, popülerliğin edebi olanı iyice gölgede bırakmasına karşı bir direniş bayrağı yükseltmekti amacımız, #direnedebiyat dedik ve demeye devam ediyoruz. Gençlik konularında, genç bir dilde romanlar yayımlamaya başlayınca, doğal olarak sosyal medyadan geri duramayacağımızı da biliyorduk zaten ve ON8 Blog yayın hayatına girdi. Hem yazarların öyküleri, hem de gençlerin yazıları bir arada okurla buluştu. Etkili oldu; öyle ki, Ahmet Büke’nin blogdaki nefis öyküleri Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi başlığı altında kitaplara dönüştü, hatta biri Dünya Kitap 2015 Yılın Telif Kitabı Ödülü’nü aldı. Şimdilerde Sevin Okyay, Zamanlı Zamansız adlı köşesinde her cumartesi, edebiyata, müziğe, festivallere ya da hayata dair yazıyor. Neslihan Önderoğlu (Cin Atı) iki haftada bir salı günleri, Irmak Zileli de (Bozuk Saat) benzer bir ritimle her pazartesi öykü yayınlıyor. Kutlukhan Kutlu nefis denemeleriyle, Halil Türkden ustaları sevgiyle hatırlatan yazılarıyla, Ece İrem Dinç mitolojiyi bize yakınlaştıran yazılarıyla ON8’in ruhunu diri tuttular. Gençler de çeşitli yazılarla varlıklarını sürdürüyor.

Saadet: Çocukluğunuza geri gitme imkânınız olsa, oradan neyi alıp bugüne taşırdınız? Hangi olay veya anı tekrar yaşamak isterdiniz?
Müren: Kitaplara, büyüklerimize, ülkemize inandığımız, İstanbul’un adeta bir sayfiye olduğu o benzersiz günleri günümüze ışınlamak mümkün olur mu dersiniz? Mandolin çaldığım, bale çalıştığım ilkokul günlerine geri gidebilir miyim? Ailenin gençleriyle çılgınca dans ettiğimiz günlere...

Saadet: Gelelim bizim zamane çocuklarına. Oğlaklar gibi sürekli zıplayan ve yerinde duramayan çocuklara ne söylemek istersiniz?
Müren: Arkadaşlarına, ailelerine çok sıkı sarılmalarını söylerim. Çook çok oyun oynamalarını, yaşadıkları şehrin görülmedik köşesi, gezilmedik müzesi, sanat galerisi bırakmamalarını söylerim... Çook çok okumanın ve dünyada olup biteni merak etmenin özgürleştiriciliğini keşfetmelerini dilediğimi söylerim... Dünyanın uzak köşelerindeki yaşıtlarıyla e-posta arkadaşlıkları (artık mektup olamayacağına göre) kurmalarını, mutlaka müzikle ya da başka bir sanatla uğraşmalarını söylerim. Spor yapamıyorlarsa, yürümelerini, yerdeki ve gökteki yaşamları izleyecek kadar uzun yürümelerini söylerim... Galiba en çok da ülkelerini sevmelerini, tatillerin sadece deniz kenarlarındaki koşturmacalı günler anlamına gelmediğini, sakince akan zamanlara ihtiyaç olduğunu, toprağa tohum dikmelerini, sulamalarını ve mutlaka bir kediyi kucaklamalarını söylerim... Ne çok şey var söyleyeceğim ve muhtemelen hiçbirini dinlemezler. Günümüzde çocukların yitirdiği en önemli haslet bu: Gönül gözüyle dinlemek. Çünkü zamanları yok. Sıkılmak ve tatminsizlikle boğuşmaktan zaman kalmıyor dinlemeye...

Saadet: Müren Hanım çok teşekkür ederim sohbetimize katıldığınız için.

Not: Zeynep Cemali Edebiyat Günü yazısı 
       Dört Yapraklı Yonca ve Zeynep Cemali Öykü Yarışması 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder