10 Ekim 2017 Salı

Çılgın Babam

İnsanların çocukluğuna dair anılarını anlatması, bunları öyküleştirmesi nedense dikkatimi çeker. Sanki o dönem ne yaşanıyorsa hayatımız ona göre şekil alıyor ve bizler o değerli hazineyi karıştırdıkça zenginleşiyoruz. Günden memnuniyetsizliğin ifadesidir çocukluğa dönmek gibi sözler var, belki doğrudur da bilemiyorum ama en azından bildiğim şey şu; çocukluğu güzel ve sevgi dolu geçen insanların kötü olamayacağı. 

Yaşadığımız dünyada zaman zaman insanların neden birbirlerinin hayatını cehenneme çevirdiğini düşünürüm. İşte böyle zamanlarda örneğin terör neden var, neden bir insan bir başka canlıya zarar vermek istesin diye sorarım kendi kendime. Bunun bendeki cevabı, bu yazıyı okuyanlara oldukça klişe gelebilir ama, bence çocukluklarında sevilmemeleri. O dönem sevgiyi tadan çocukların büyüdüklerinde bir başka canlıya zarar vermek isteyeceklerine inanamıyorum nedense. Keza aynı şekilde o dönemde yaşanan travmaların da kolay kolay peşimizi bırakmadığı gibi. O yüzden her türlü terör, şiddet ve savaşın içinde en çok çocuklara üzülüyorum. Bedeni büyük ama yüreği küçüklerin yarattığı acı en çok onlarda kalıyor işte. Belki sırf bu yüzden anne baba olmadan önce insan olmayı, yaşama ve canlılara saygı duymayı öğrenmek gerekiyor. Üremenin dışında bir şey çünkü anne baba olmak. Dikkat, özen ve emek gerektiriyor. Sabır gerektiriyor ve en çok da sevmekle başlaması sizi ve büyüteceğiniz çocuğu insan yapıyor.

Elimdeki kitap Zeynep Cemali’nin Çılgın Babam kitabı. 7. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’ne katılanlara hediye olarak verildi geçtiğimiz günlerde. O günkü izlenimlerim ve yarışmayı kazanan öykülerle ilgili yazılar blogda zaten var. Bu yazı tamamen kitapla ilgili. Zeynep Cemali’yi geç olsa da elimdeki kitapla tanımaya başlıyorum. Hem de en güzel zamanlarından, hayatının içine yerleşen düşüncelerin mayalandığı çocukluk döneminden başlıyorum tanımaya. Onunla birlikte anne babasını ve ailesini de. Onunla birlikte toplumsal yapıyı da gözden geçiriyorum. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, bir insan her şeyi en iyi haliyle yapamayabilir. Bir yetişkinin kendi çocukluğuna bakarken babasını yorumlaması karşımızda. Iyi bir baba, aynı zamanda iyi bir eş olamayabilir mesela, veya iyi bir çalışan olamayabilir. Iyilik kavramı da elbette tartışmalı ama söylemek istediğim bu değil, yani biz bu kitapla iyi bir baba figürü görüyoruz. Çılgın Babam diyen Zeynep Cemali’nin kulağına küpe olan sözleri bizleri de yakalıyor ister istemez. Zeynep’in babası Kemal bey hiçbir zaman kızıyla ilgili bir konuya kayıtsız kalmıyor ve basite kaçmıyor. Ağzındaki emziği bırakması için verdiği uğraşlar bile, bunun çok basit bir örneği. Emziğini deniz kızına hediye etmesi için kızını ikna edip soluğu deniz kenarında alan Kemal bey, biz okurlara da örnek oluyor her olayın içinde. Gündelik hayatın içinde zorlanıyor, türlü badireler atlatıyor ama, kızını hiç ihmal etmiyor Kemal bey. Onun ilgi ve beklentilerini hep hayatında öncelikli sıraya alıyor. Galiba çocuk büyütmeyi yük değil de kendine eğlence görenlerden Kemal bey. Kızıyla oldukça güzel bir diyalog kuruyor. O, hayata gözlerini yumduğunda ise kızı işte bu öykülerden oluşan kitabı hazırlıyor, iyi ki de yapıyor bunu. Eminim okuyan herkes kendine iyi gelen bir şeyler bulacaktır.

Zeynep Cemali’nin kitabı Günışığı Kitaplığı tarafından basılıyor. Kitapta o dönem toplumsal yapısı da ele veriyor kendini. Mesela okula gittikleri dönemi anlatan Cemali: “Sokağın bir köşesinde ortaokula gidenler, diğer köşesinde ilkokula gidenler toplanır, tabana kuvvet okulun yolunu tutardık” diyor. Kendi çocukluğuma gidiyorum bu satırları okurken. Ben de okula bu şekilde gidenlerdendim. Sokaklar bizimdi. Yürüyerek giderdik okula. Elbette bizden büyüklerle beraber gider, öğle arasında eve gelip yemeğimizi yer ve sonra tekrar okulun yolunu tutardık. O zamanların eksileri bir yana, şimdilerde kendi çocuklarımızı bırakın okula tek başlarına göndermeyi, en yakındaki parkta oynamasından bile korkar olduk. En temel haklarından mahrum eder olduk çocukları. Oysa tam da Çılgın Babam’da anlatıldığı üzre kendine güven ve büyümenin bir parçasıdır oyun ve sokaklar.

Kemal beyi tanımak isterdim açıkçası. Daha doğrusu onunla sohbet etmek ve arkadaş olmak isterdim. Her olay karşısındaki sözleri inanın bana da çok dokundu. Kızına çok istediği ve sevdiği bir bileziği alıyor Kemal bey. Anne Handan hanım da sokakta ve okulda bunu takmaması için uyarıyor Zeynep’i. Ama kitaptaki küçük kız Zeynep dinlemiyor annesini ve oyun oynarken bileğinden düşen bileziği kaybediyor. Ağlayarak babasına durumu anlatırken babası ne diyor biliyor musunuz? “Alt tarafı bir bilezik, kızım; yenisini yaparız. Bunun için ağlıyorsan, değmez… Ama, annenin uyarılarını kulak arkası ettiğin için ağlıyorsan, bunun için bir şey diyemem.” Sözleri sizin de ruhunuza iyi gelmiyor mu? Kitap Cemali’nin babası üzerine ama hemen araya girerek söylemek istiyorum ki anne bence babanın değerine değer katan bir kadın. Hakkı ödenmeyeceklerden denilir ya, işte öylelerinden. Evdeki tüm yük annenin omuzlarında ve hiç kolay işlerin içinde değil Handan hanım.

Bir dönem artist olma hayalleri kuran Zeynep Cemali’ye babası yine altın değerinde sözler söylüyor. Yalnız lütfen kitabı okurken o dönem koşullarında değerlendirelim konuşmaları. 1950 yılında doğan bir kız çocuğunun kendi tarihinden bahsediyoruz çünkü. Kemal bey “İnsan ne kadar yetenekli, deneyimli olursa olsun, eğitimi yoksa, bir yanı eksik kalır, kızım” diyor bu talep karşısında ve kızının konservatuvar eğitimi almasını öneriyor. Ah ah şimdilerde hala kız çocuklarını okutmak istemeyen veya okuması önünde engel oluşturan insanların varlığında, ayrıca kıymet kazanıyor bu cümleler. Babası için kıymetli olan ve çok sevilen Zeynep’e babasının bir arkadaşı “Baban sensiz buralarda duramadı be, Zeynep!” diyor bir başka bölümde. Düşünsenize bir çocuk için nasıl güven verici ve mutlu edici cümlelerdir bunlar. Şimdi siz Zeynep’in hiç kötü olabileceğini hayal edebiliyor musunuz?

Bir başka güzel bölüm de arkadaşı tarafından dolandırılan Kemal beyin olay karşısındaki tavrı. Zeynep çok üzülüyor babasının durumuna ve durumu polise bildirip, bunu yapan kişinin cezalandırılması için atılması gereken her adımın atılması gerektiğini söylüyor. Bunun için de tartışıyor babasıyla. Elindeki her şeyi kaybeden Kemal bey yine de şikayette bulunmuyor ve diyor ki: “Hiç rahat değilim. Zarar ettim, belimi zor doğrultacağım… Tarık beni uyuttu, ben de uyudum. Evet, aptal gibi uyudum, biliyorum. Ama, arkadaşımı şikayet etmemi bekleme benden!” Cevabı herkes kendi açısından tartışmalı bulabilir. Ancak yine de, hele de içinde bulunduğumuz dönemde birbirinin kuyusunu kazan, yalan yanlış beyanlarla arkadaşını şikayet edip yerine geçmeye çalışan veya hayatını olumsuza dönüştürmeye çalışan bunca örnek varken ne yalan söyleyeyim Kemal beyin şikayet etse de haklı olacağı durumda, yine de şikayetten kaçması kendi yaşam döngüsünde saygıdeğer bir tavır.

Kızıyla zaman geçirmekten mutlu olan, onun karşısında olumsuz duruma düşmekten çekinmeyen ve gerektiğinde özür dilemesini bilen Kemal bey ve Zeynep Cemali’nin bu sıcacık öyküleri bitmesin istedim. Ama bir de baktım ki son sayfaya gelmişim. Herbiri birbirinden bağımsız öyküler siz ara verseniz de bir kopukluğa sebep olmuyor zaten, ama elinize aldığınızda bırakmak istemeyeceğiniz bir kitap bu. Ayrıca son bölümde eve gelen kargoyu açan Handan hanım kitabı alıp duvarda resmi olan Kemal beye gösteriyor ve “Bak şuna, bey! Kitabının adını ne koymuş kızın!...” diyor. Ne güzel şeydir geriye döndüğünüzde ağzınızda acı bir tad bırakmayan ve her anını keyifle andığınız büyüklerin olması. Ne güzeldir sevilmek ve değer görmek; hele de çocuksanız. Ne güzeldir sözünüz ve davranışlarınızın emin ellerde yoğrulması. Ne güzeldir siz bu dünyadan gittiğinizde öğretilerinizin başkalarına hala örnek olması. Ne güzeldir yazmak ve tarihe not düşmek. Hem sonra, ne güzeldir Zeynep Cemali’nin ardından öykü yarışması düzenleyip çocukların öykü yazmalarına ve edebiyatla tanışmalarına imkan sağlamak. Teşekkür ve saygı ile…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder